Etiketler

31 Ekim 2010 Pazar

sensizlik ve yağmur

bugün doldurup doldurup içtiğimdir kadehime. ya da bir fincan acı, kahve tadında. deli gibi savuruyordu insanları yağmur, oradan oraya.
beni değil yağmur... 

bu sene kış erken mi geldi ne, sensizlikten m'ola?
sanki zayıflıyorum, yaşlanıyorum, çirkinleşiyorum. artık eskisinden de çok hastalanıyorum, hiç şikayet etmiyorum, hiç naz etmiyorum artık, kapris yok, kimse çekmez senin gibi, ondan mıdır ki? artık et bile yiyorum, inanabiliyor musun, açken ''et yemem ben ya'' diye tutturuşlarım, aklıma geliyor da. meger yeniyormuş, atla deve değil ya...

''her neyse yahu, yürü git yoluna'' diyorum sabahın ve yalnızlığın köründe tepeme üşüşen afakanlara, ''var git ilişme bana'' 
hepsi gözümün önünde, nah şurada duruyorlar, yapacak bir şey yok. 

yol boyunca gözüme takılıyor kırık şemsiyeler. kaldırım kenarında itilmiş bir köşeye. eee, işe yaramıyor ne de olsa. ''sonuca ulaştırmayan bir nesneyi taşımak kadar anlamsız sonu olmayan bir yola girmek, sona ulaşılamayacak bir sevgili değil mi?'' diyorum kendi kendime. kendime demiyorum ki bunu, sensizlik...
üzülüyorum tüm kırık şemsiyelere, benzer geliyor hepsi bir an, yakalıyorum o ortak paydayı, kuruluyor aramızda bağ. sonra giriyoruz kolkola ve yürüyoruz. kırık şemsiyeler ve ben..

rüzgar sarsıyor bedenimi, tüm afakanlar etrafımda cirit atıyor, kırık şemsiyeler zaten kolumda... vazgeçiyorum o an yağmura ve rüzgara karşı koymaya çalışmaktan.
dirayet yapıyor yapacağını ve yarı yolda bırakıyor beni. fırlatıp atıyorum elimdeki şemsiyemi. 
karşı koymaya çalıştığım değil rüzgar, sensizlik.
üzerime yağan değil yağmur, sensizlik.
dökülen gözlerimden değil yaş, sensizlik.

bu sabah içtim sensizliği kan yerine, bu sabah kızgın bir demirdi, canıma dokunan. sensizlik jilet gibiydi bu sabah, kesti boğazımı. avazım ulaştı mı oralara? 

sensizlik...
kimsizlik?
kimsesizlik.


Hiç yorum yok: