Etiketler

10 Aralık 2011 Cumartesi

derdimin dermanı

yalnızlık
mutsuzluk
çaresizlik
depresyon
...
her şey boş fasa fiso...

Benim derdimin kendime bile itiraf etmekten korktuğum dermanı; arşa çıkan dört yolu da sunsalar bana, ille de sen, ille de sen..

9 Aralık 2011 Cuma

sarhoş

Vakti zamanında ''alkolik'' derdim çevremde hemen hemen her gün içen insanlara... yıllar nasıl da değiştiriyor insanları, fikirlerini.. acılar neler yaptırıyor insana ve bunu anlamak ne büyük şeylere mal oluyor. Bir insanın ancak çaresizlikten bu kadar içtiğini/içebileceğini anlamak, tahmin etmek için, çaresiz kalmak mı gerekiyor? (du)

Epeydir canım sıkılsa, ne zaman düşünüp düşünüp altından kalkamasam bir derdimin, ne zaman derinlere dalsam uçsuz dehlizlerde içesim geliyordu, şimdilerde sadece içesim gelmiyor, cidden içiyorum, ne yapıp edip içiyorum. hırsımı alıyorum her kadehte adeta, sarhoşluk unutturuyor  ne denli salak olduğumu, ağzını tıkıyor beynimin, kolunu kanadını kırıyor  zamanında ettiğim/edemediğim her lafın, işe yarıyor gibi duruyor.

Yarıyor mu?

yaramıyor dimi adımız gibi eminiz... ama çaresizlik işte..

23 Kasım 2011 Çarşamba

oje sürmek

Eminim hayatımızda bir kaç kez ojeye küfretmişliği vardır. benim ki gün aşırı oluyor şahsen. altı üstü yarım santim (belki değil bile) eninde 10 adet tırnağa bir boyayı sürmek bu kadar mı illet bir iş olur yahu. Bir de aksi gibi süremedikçe süremiyorsun :/ böyle de garip bi döngüsü var oje sürmenin, hani tırnağa ilk sürüşte becerdin becerdin yoksa yandı gülüm keten helva. Asetonla silip silip sürüyorum ve her seferinde öyle okkalı bir küfür sallıyorum ki..

2 yaz önce evi boyamıştım ben, bildiğin koca evi lila rengi bir boyaya boyamıştım, kartonpiyer kestirmelerini falan bildiğin boyacı kadar iyi yapmıştım hani, bugün yapsam yine beceririm eminim ama gel gör ki şu oje sürme işini beceremiyorum cancağızım. koca evi boyuyorum 10 tırnağı boyayamıyorum yaw :/

13 Kasım 2011 Pazar

aşk

Aşk bir film... oyuncu sen değilsin, yönetmen sen değilsin, yazan, çizen sen değilsin... sadece ve sadece salakça bir koltuğa oturup izleyensin...

sonu mutlu mu bitecek mutsuz mu? senarist bilir..
kötü bir film mi iyi mi? yönetmen anlar...
rolleri oyuncular yapar..
senin tek bildiğin iyi ya da kötü, mutlu ya da mutsuz bir gün muhakkak biteceğidir izlediğin şeyin...

10 Kasım 2011 Perşembe

kendini özlemek

Şimdi ben kaldırıp atsam tüm benliğimi bir çöp kutusuna geri dönüşüm mümkündür değil mi? Yaşarken öyle bir eksiltiyoruz ki kendimizi, öyle çok unutuyoruz ki benliğimizi, aklımıza bile  gelmiyor bazen varlığımız, bir tıkla geri getirsek ya tüm yitirdiğimiz kendimizi... namümkün..

Sevdiklerimizi mutlu etmeye çalıştıkça mutsuzlaşıyoruz biz, arkadaşlarımıza sarılıp sahip çıktıkça sessiz sedasız çıkıveriyoruz hayatlarından, sevgili; tırnaklarımızı kanatırcasına tutunsak da hayatına, uçurumdan düşerken tutunul(a)mayan dal gibi yüksekte bir yerlerde bakıp duruyor bize...

Benim tüm hayatım sevdiklerimi sahiplenmekle geçti, geçiyor, oysa ben sahip çıkmaya çalıştıkça elimdekilere hepsini bir bir kaybediyorum, sonra aşka sahip çıkıyorum o da uçup gidiyor elimden, işime sarılıyorum yalnızlaştırıyor git gide beni, ne yapacağımı şaşırıyorum çoğu zaman. Ne yapmalı kendini mutlu etmek için? Varlığının nedeni kendinsin başkası/başkaları değil.. bunu unutmamak için ne yapmak gerekli acep? Ben bu soruyu hiç yanıtlayamıyorum işte.. Ben 30 yaşında hala kendi için yaşayabilen biri olmayı başaramıyorum, gün geçtikçe eksilişin önüne geçemiyorum..

Yıllar alıp götürüyor bir çok şeyi bizden başka şeyler sunuyor kaybettirdiklerinin yerine, yenilerini vaadediyor uçup giden tüm hayallerin yerine, yine de mutlu edemiyor bizi zaman.. her gün yeni bir ben oluşuyor ama ben her gün bir önceki gün var olan ben'i özlemekten alı koyamıyorum kendimi.. geri getirmek ise asla mümkün olmuyor bir önceki ben'i. Ben en çok bir yerlerde varlığını unuttuğum kendimi özlüyorum tüm mutsuz zamanlarımda.

9 Kasım 2011 Çarşamba

kadın ve erkekler

şimdi canlarım bu yayında kadın kısmısı ile erkek kısmısını kategorize edeceğiz, kaça ayrılır bu kadınlar ve erkekler,

kadınlardan başlayalım söze şöyle ayırabiliriz farz-ı misal;

Çirkin kadınlar: Bayılırım ben bu kadınlara, bana güzel olduğumu gösterirler çünkü..
Şişman kadınlar: Yerim ben onları, ''göbeciğim pek de büyük değilmiş be tığ gibiymişim meğerse'' dedirtirler bana..
Şımarık kadınlar: Bazılarına cidden yakışır şımarık olmak ama aradaki ölçüyü tutturabilenine ben pek rastlamadım.
Zengin kadınlar: Pek haz etmem ben bunlardan, dünya kendi eksenleri etrafında döner, tek bildikleri marka giyinip kuşanmaktır..
Güzel kadınlar: A dostlar ben nefret ederim bu kadınlardan, bazıları yeryüzündeki tek güzelin ben olmadığımı gözüme gözüme sokar, bazıları ise ''sen de nesin be, asıl güzellik burada işte'' der :/ gebersin lan bu kadınlar..
Komik kadınlar: Bunları da sevmem ben, çoğu komik olmak adına şapşalca davranabiliyorlar hele de şımarıklıkla birleşince evlerden ırak modeller çıkıyor ortaya. bazıları -küçük bir bölümü- ile iyi geyik dönüyor, cidden giderleri oluyor yani.

Gel gelelim erkeklere;


Çirkin erkekler: Mümkünse yaşamasınlar, hepsini toplayalım taksim meydanına yakalım lan, arkadaş olsunlar bir tek bak o işe yararlar işte. :)
Şişman erkekler: Hepsi bana Recep İvedik'i hatırlatıyor be, yavrum bunlar biraz spor neyin yapsın öle tanışalım bunlarla, arkadaşsa olur bak yine :)
Şımarık erkekler: Olmuyor bebem, yakışmıyor bi siktir git.
Zengin erkekler: Yeşilçam klişesiyle yorumlamak isterim ki, ''bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla'' sevmiyorum seni tüm paranı malını mülkünü git Lösev'e bağışla gel karşıma..
Yakışıklı erkekler: Evvet işte bunlar, bir Kıvanç Tatlıtuğ olsun bir Kenan İmirzalıoğlu olsun bir Wentworth Miller olsun hepsi bana uyar yani, hayatımda her anlamda yerleri hazırdır, ister arkadaş olsun, ister meslektaş ister sevgili.. ha sevgili olursan tadından yenmez :)
Komik Erkekler: Bak sizi de severim, espri erkeğe kadından çok daha fazla yakışıyor bence hele ki cidden başarabiliyorsa  beri gelsin.

Valla aklıma gelenler bu kategoriler, yorumlarım da bunlar... gerçi pek gerçekçi yorumlamadığımı itiraf etmeliyim :)

8 Kasım 2011 Salı

bakımlı olmak

evet can'lar ve bittabi kadın olan can'lar (erkeklere yorum yasak bu yayında ehehe) çok külfetli bir iş bakımlı bir kadın olmak yahu. hem parasal anlamda hem de harcanan zaman babında..

Hani benim önümde arkamda bakmak zorunda olduğum anne baba, elimde eteğimde vızıldayan çoluk çocuk, önüne bir tas yemek zorunda olduğum bir koca yok, sevgili desen odunun teki :) yemeğim, ütüm, temizliğim yapılıyor, hatta her sabah yatağıma fırlattığım tüm gardırobum bile yerime toplanıyor. iyi kötü elimde mesleğim var, az çok para kazanıyorum ama bakımlı olmaya ne param ne zamanım yetmiyor yaw.

En basit örnekle başlayalım, geçen saç rengimi değiştireyim dedim, siyahtan karamele döndüm ve bu bana yaklaşık 300-TL'ye patladı ve daha bal köpüğü balyaj atılacak bu karamel zemin üzerine, herhalde bi 200-TL'de ona alırlar.. Düşünebiliyor musun ülkenin 3/4'ü asgari ücretle yaşamaya çalışıyor, bakımlı saçlara sahip olmanın maliyeti bu ülkede nerdeyse asgari ücret. ha daha ekonomik bir yerde yaptırılabilir belki ama o zaman da bakımlı olunmuyor ki kuzular, tepenizde flaşörler yanıyormuş gibi kırk farklı renkle dolaşıyorsunuz. Yakıyorlar saçı, kestirmek zorunda kalıyorsunuz falan da filan da... sonuçta güzel bir saç rengine sahip olmanın maliyeti 500-TL anasını satayım be. (eminim çok daha pahalıya mal olacağı mekanlar vardır inanın benimki ortalama bir kuaför)

gel gelelim zaman konusuna ben kaçta gittim kuaföre saç rengimi değiştirmek için?
saat 11:30'da
peki kaçta çıktım kuaförden? - allah aşkına bi tahmin yürütün-
saat 17:30'da, güya randevuyla gittim anasını satıyım. Sonuç da bir saç rengini değiştirmeye harcanan zaman yaklaşık 6 saat. inanılır gibi mi dostlar, hiç bir şey yapmadan salak bir koltukta oturup beklemekle geçen 6 saat, ne büyük kayıp ama...

NETİCE-İ TALEP: Yukarıda arz ve izah edilenler ışığında ve sayın erkekler, beyninizce tahmin edilecek nedenlerle bir kadının güzel olup olmadığını değerlendirirken güzelliğin bakımlılıkla doğru orantılı olduğunu, bakımlılığın da bol para ve zamanla doğru orantılı olduğunu nazara almanızı  kadın milleti adına bilvekale arz ve talep ederim. Saygıyla..


Demek ki napıyor muşuz erkekler?
bakımlı bir sevgilimiz olsun diye istemeden önce bunları bir düşünüyormuşuz..  ^_^

sarhoşluk

insan içmeden sarhoş olur mu? ne saçma soru değil mi?
oluyor, inan bana oluyor.
şu an başımı döndürüyor yokluğun...
kusturuyor, rakı gibi ağıyı sensizlik...

umutsuzluk

her sabah dinliyorum şu sokağı, neler anlatıyor bana bir bilseniz, ne çok çığlık duyuyorum kendi kulaklarımla, inanamıyorum hiçbirine, insanlar nasıl bu kadar mutsuzlaştı, hangi ara bu kadar yalnızlaştık, sıkıntımızı bile buraya yazmak garip gelmiyor mu bazen size de? neden aramıyorum şu an bir arkadaşımı, sana geliyorum ben  demiyorum. demiyorum işte, yazıyorum sadece bu rahatlatıyor gibi geliyor, bu da yetmiyor oysa.

ben karar verdim bu '80 lerin çocuklarında var bi cenabetlik. hepimiz mi aynıyız, beni bulanlar mı benimle aynı bilemiyorum ki. benzer benzeri çekiyor evet!
soruyorum uyumuycam'a ''nedir'' diyorum derdin, ''bilmiyorum ki kızım'' diyor. aynı soruyu aynı şekilde cevaplıyorum. bilemiyoruz ki bize hangi ara ne oldu. nedir içimizi saran hüzün. neyin acısıdır, nasıl geçer. sanki açık bir yara sürekli kanıyor, kesip atmak istiyorum ben kangrenli bu bacağı. yapamıyorum, gücüm yetmiyor.

çekiyorum şu sigaradan bir nefes daha, içmemem lazım oysa. nefesim sıkışıp kalıyor bogazımda. söylemek istediklerim düğümleniyor, ne söyleyeceğimi unutuyorum.. deli gibi sayıklıyorum hayatımı baştan sona. kötü bir hikaye, berbat bir senaryo oynadığım. orta yerinde çıkıp gitmek istiyorum bu filmin ama tutup kolumdan oturtuyor beni tüm sevdiklerim, zorla! ben sevdiklerim için izliyorum bu yaşamı..

içimden gelen rolü oynamaya takatim yok.

5 Ağustos 2011 Cuma

şans tanımak :/

Biriyle oturuyorum bir akşam masada. Kafam bomboş gidiyorum oraya, geçmişi fırlatıp atmışım tüm camlarımdan bir esinti geri getirmiş meğer de haberim yokmuş. Ne güzel sohbet ediyoruz, ''her şey iyiye gidiyor hissi'' ne demektir anlıyorum o an.. sonra birden ne oluyorsa dalıyorum kendi içimde bir yolculuğa, her  yol hiç istemediğim sona ulaşıyor, tüm duraklarda karşımdasın. bir an ellerin yapışıyor boğazıma, gözlerin dalıyor gözlerime, ''bunu bana nasıl yaparsın?'' der gibi bakıyor karşımdaki, senmişsin gibi....

Ben kaçmaya çalıştıkça peşimden gelen gölgen bırakmıyor yakamı yine, yeniden...
Ayaklarım saplanıp kalıyor o masaya, kalkıp gidemiyorum, üstüme üstüme geliyor yokluğun, sensizlik...
''Ne yapmaya çalışıyorsun?'' dediğim an şapşala dönüyor karşımdaki, o an yaşıyorum ''her şey kötüye gidiyor hissi''ni. Ben o'nun cevaplayamadığı ve şaşırıp kaldığı soruyu sana sormuştum aslında; sahi sen neyin peşindesin?

Teoman

Bana öyle bakma, bizi anlayacaklar
ikimize karşı bu dünya bizi anlamıcaklar!

son dönemde dinlediğim enfes parçalardan biri, hatta en iyisi diyebilirim. sözler hep birbirinin tekrarı gibi gelse de bir aşk daha nasıl yalın ifade edilebilir ben pek bilemedim.''anlaşılmaktan'' ve ''anlaşılamamaktan'' bu denli korkulabilir, böyle bir tedirginlik ancak böyle ifade edilebilir ve bunu elbette en iyi Teoman yapabilirdi. Yapmış da... Müziği bırakıyormuş, yapmasın yahu, bari o bunu yapmasın bize. Teoman'da müziği bırakıyorsa herkes herkesi/her şeyi bırakabilir bence ki müzik başka kime bu kadar yakışır şu an bir alternatif bulamadım. En çok Teoman'a...

Bu hayat da bizi böyle yakamızdan tutacaksa... Hayat tutsa ya yakamızdan, bazen biz vazgeçmişken ondan, o sarılsa ya ellerimize..

27 Haziran 2011 Pazartesi

yazmak/yazamamak

''nerelerdesin yahu sen'' diyen badilerim için dipnot :

İnsan neden yazar şeklinde bir soruya şöyle cevap vermiştim; ''kimseye söyleyemediği acılarına tanıklık etsin diye'' yazmak böyle bir şey işte, peki ya yazamamak, yazmak için açtığım her sayfayı kapatıyorum uzun bir süredir. Ne bloga yazıyorum, ne sözlüğe... her satırı siliyorum, yazamıyorum çünkü, boğazıma birikiyor ağı gibi tüm cümleler, bir türlü toparlayıp dökemiyorum sözcüklere. Kendimi her zamankinden daha mı kötü hissediyorum? Hayır, her zamanki gibi bombok haleti ruhiyem, ama yazamıyorum işte...
ve yazamıyorum :/

23 Şubat 2011 Çarşamba

yeni bir mim :)


1-Gün içerisinde eğer gerçekleşirse şok geçireceğin şey :

Metroya yetişmeye çalışırken bir yakışıklı yol verse bana, o an baka kalsak birbirimize, vurulsa bir anda bana, benim kalbim pıt pıt atıverse, unutsa gideceği yeri, benimle binse metroya, indiğim yerde inse ve bir aşk başlasa.. bak dişimi kırarım holycik.. lan kafamı kırarım ne dişi,  o derece iddialıyım :)

2-Gördüğün zaman eğer almazsan uyuyamam dediğin şey :

Para harcamama neden olacak bilumum şey olabilir, hepsi bu kategoriye girer.  


3-Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey :
Börek, peynirli börek, koca bir tepsi, koskoca bir tepsi .


4-uğurun var mı? uğurun.
Ahaha sorun bu ya uğur dene şey pek çalmaz kapımı.


5-kendine en yakıştırdığın renk :
bit tabi ki siyah, alternatif dersen beyaz. hatta kahferengi böyle çukulata gibi oluyorum hoşuma gidiyor :/ 
(bkz: narsisim) 


6-en sevdiğin takın :
Hmm buna 2 ayrı cevap vermek istiyorum bilemedim hangisi ağır bastı  :/ 
inci küpe ve bilezik takımım. annemden yadigar pırlanta setim.


7-takıntın :
Takmadığım şeyleri yazmak bana okumak size kolaylık olur emin olun. :/


8-ben bu şarkıyı duyunca şakırım :
''unutup acımı alacam öcümü
asıl o zaman görecek gücümü
onun da yerini biri dolduracak
kadere inanırım olacak olacak'' demet akalın (hiç sevmem) olacak olacak şarkısı. zaten nasıl bir terkedilişse benim ki yıllardır alıcam öcümü, unutucam o'nu, bakıcam yoluma, sevgilimi takıcam koluma, bebekte turlar atıcam vs türünden şarkılar dinleyip gaza geliyorum ama adam bize tur bindiriyor :/

(bkz: öyle bir terkedilmek ki demet akalın şarkılarına sarmak)


9-solunda ne var?
Bir kalp vardı sahi ona ne oldu? :/ 
uff olmuyo pek hüzünlü değilim bu gece :)
kendi fotoğrafım, çerçevede.
 (bkz: narsisizm)

****
Ben bu mim i kimseye yollayamıyorum sagolsun holycik herkese yollamıs zaten, bana bişi kalmamış, silmiş süpürmüş ortalığı.

 varsa heveslisin buyrunuz efendim külliyen mimlendiniz :) 

9 Şubat 2011 Çarşamba

gül ile bülbül

gül ve bülbül... kıyaslamaları sevmem pek ama sık yaparım, her gıcık olduğum huyum gibi bunu da eleştirmeme rağmen sık yaparım. yine bir kıyasa giriyorum. gül mü bülbül mü? hangisi daha çok sevendir, hangisi daha çok yanan? ''eşkıya'' filmi gösterimdeyken ne çok tartışılmıştı hatırlar mısınız?
 kim daha çok seviyor; baran mı?  keje mi? berfo mu?
öyle ya baran yıllarca bir yavuklusunun hasretiyle yanmıştı, vuslattı hayata tutunduran baran'ı...
keje töreye boyun eğmiş gelin olmuşsa da baran için susmuştu, sesini duyurmamıştı kocasına bile.
ya berfo, en yakın arkadaşını, kardeşini, silah arkadaşını satmıştı aşkı için... peki ama hangisi daha çok sevmişti?
***
nedir sevginin ölçütü, daha doğrusu sevgiyi farklı, kutsal kılan nedir? herkes birbirini sevebilir ama keje'nin sevgisi farklıydı, o sevgiyi kutsal kılan ömür boyu sesini bogmaktı boğazında..
ya gül ile bülbül hangisi daha aşık diğerine? ufaktan, anketimsi bir çalışmanın sonucu gül çıktı ama ben katılmıyorum, şöyle ki,

şimdi ne gül olmak kolaydır ne bülbül, ama en zoru bülbül olmaktır herhal, bülbüle düşen derdinden ötmektir, garip bülbül dolandıkça gülün etrafında derdine dert katılandır gül.. eteği yırtılandır gül, o'na baktıkça yüreği çırpınandır bülbül.. güle değen her yaban elin incittiğidir bülbül..

dikenlidir gül, nazeyleyendir, bundandır ki çok iş düşer bülbüle;

''eğer çekemezsen gülün nazını
ne dikene dokun ne gülü incit'' (aşık hüdai) denmemiştir boşuna.

seve seve yanıp kavrulandır, daha aşık olan..

8 Şubat 2011 Salı

sevgiliye mektuplar 1

kabuğun altında kanayan, 
nerden başlasam, nasıl anlatsam ki yokluğunun bana ettiklerini. bıraksam içimden nehirler akacak gibi ama hiç bu kadar zor olmamıştı sana yazmak, düğümleniyor sözcükler boğazımda bu gece ... 

zaman mı? zaman değil,
akan zaman değil mesafeler (Cemal Süreya)

ne çok büyüdü o mesafeler, hızla, ne çabuk geçti koca sekiz ay, sana ait tek şey yanımdan ayırmadığım sevda sözlerin. bazen senden nefret ederek direnmeye çalışsam da yokluğuna, bazen ikimize ait herşeyi silmek istesem de hafızamdan, yaşamaya çalışıyorum anılarımızın duldasında. ne kadar acıdır bilir misin bir yandan dört elle sarıldığın şeyleri unutmaya çalışmak. ben unutmayı yanıma almamışım  sorun burada sanırım. mutlu olmaya çalışıyorum herşeye rağmen, olmak zorundayım çünkü biliyorum 

iki şey; aşk ve şiir
mutsuzlukla beslenir biri  (iki şey) 

nedir şimdi bu durum?
hiç bulmamış olmak mı yeğdir, bulup yitirmekten?
şanslı mıyım ben hayatımdan geçtin diye şanssız mıyım yoksa bu hale geldik diye;

şanssız mıydık? haksızlık olur şimdi
düşünsene nasıl geçmiştik hızla
birleşen iki güvercinin arasından
hiç dokunmaksızın onlara

bende tarçın sende ıhlamur kokusu 
az mı dolandık başkentin sokaklarında
ama işte şölenin kaçınılmaz acısı
bizim payımıza düştü sonunda

aşkımız şimdi görklü bir hayatın
yabancaya berbat bir çevirisi
sen metinde üç beş satır atladın
ben geçmiş zamanda dondurdum fiilleri

sen ki özenle katlanmış bir mendil gibiydin
düşünür müsün zaman zaman acaba 
nelerle ödedik şu mevsimi
ve gün nasıl vuruyor topuklarımıza

şanssızım diyemem ben kendi payıma
oluyor böyle şeyler ara sıra
sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim
bütün çocuklar anlar da  (dikkat okul var)



MART 2010

6 Şubat 2011 Pazar

acı biriktirmek

acıları biriktirmek olanaklı mıdır? ya tatlı bir tebessümle yaşanan ve heybemize attığımız her bir anı, bizi korkunç acılara boğarsa yıllar sonra... acıları mı biriktirmiş oldum ben yıllarca? hatıralardı elime alıp torbama attığım halbuki.
en güzel anlarını toplamaktır avuçlarınızda, cımbızla çekip almak tatsız herşeyin arasından, kötü herkesin arasından çıkarıp yukarılara taşımak birini, taa zirveye. sonra yanlışlarını düşünüp kendinize acımak, zirveden bir anda yuvarlanan o adama acımak. bu saatlerde açılır kara kutu, ne varsa dökülür ortaya baklır ki biriktirilenler acı verir. işte o an ''neyi biriktirmişim ben?'' sorusunun cevabına dönüşür acıları biriktirmek.


kenarda köşede ne varsa hafızamda, su üstüne çıkıyor bu aralar, bu aralar değil hatta çok aralar... hep aralar... sustukça ben, birikiyor içimde acılar, hafızamda büyüdükçe yaşananlar, ellerimle yakalayamadıkça geçip giden yılları birikiyor acılarım, hüzünlerim. umut tutunmaya çalıştığım  tek dalım, o kadar cılız ki..


acıları biriktirmek olanaklıdır, bilgisayarınızda kayıtlı bir fotoğraf, yatağınızın başucunda duran bir oyuncak, yadigar bir para, bir lens kabı, 5 sene boyunca satır satır yazılmış 2 ajanda dolusu mesajlar, şiirler, kırılmasına rağmen o seviyor diye saklanan bir kol saati, el yazılı mektuplar... 
her biri ayrı bir acı, bal gibi olanaklıymış ya işte.

senden sonra

bana aldığın ne varsa derledim, topladım koydum kapının önüne..  çok işe yaradı, çöpe attım ruhumu, artık hiçbir şey incitemez beni senin gibi..

4 Şubat 2011 Cuma

metin-kemal kahraman

 metin kemal kahraman'ı deli gibi dinlediğim yıllardı, hele de aşk halinde... o dönemlerde bir erkek arkadaşım vardı. ayrıldık biz, küstük diyelim daha doğrusu. adam rezil haldeydi haftalarca, içiyor dağıtıyor ama ben zındık gibiyim,barışmaya hiç yanaşmıyorum, üstüne üstük keyfim falan gayet de yerinde.. 
o günü hiç unutmuyorum (yıl 2000) bir arkadaşım dedi ki ''piraye sen ne biçim insansın, bu kadar vicdansız olunabilir mi?''
o günü unutmayışımın nedeni bu cümle değildi elbette, bu cümle bana şunu düşündürmüştü; neden üzülmüyorum? bir iki yıldır birlikte olmamıza rağmen, ayrılıktan (kendimce bitmişti her şey) neden kahrolmuyorum? seviyorum da..
üniversitenin kantininde dışarıda yağan karı izlerken dinliyordum aşk halinde'yi. içimden geçenlerdi o günü unutulmaz kılan; ''ben neden kahrolmuyorum, kahrolacağım bir aşk istiyorum, ben aşk halinde geçecek bir ömür istiyorum.'' 
iki yıl sonra o adam tamamen bitti, gerçekten bitti. hiç üzülmedim yine. ayrılıktan 1,5 yıl kadar sonra bir adam çıktı karşıma, feleğimi şaşırttı. başka bir tanımlama olamaz. ben her kavgamızda öldüğümü bilirim ağlamaktan. neyse onunla da ayrıldık, bunun da üstünden 2 yıla yakın bir süre geçti geçiyor bu sıralar. 
ve evet kahroluyorum.
*********
yıllar sonra çok uzun yıllar sonra feleğimi şaşırtan adamla gittik metin kemal kahraman'ı dinlemeye.
 o gece çekilmiş fotoğraflara bakıyorum günlerdir, nasıl aşıkmışız, bir daha yaşanır mı böylesi bir aşk. sanmam. aman neyse işte, bu da böyle bir anımdır :)


böylesi bir aşk için, bu ay herkes kahraman kardeşleri dinlesin diye blogumun şubat sayfası onlara ayrıldı..

27 Ocak 2011 Perşembe

iki aşk

kalbim bölünmüş gibi ikiye, birinin yüzü gelse aklıma içim burkuluyor diğerinin yüzü aptal aptal gülümsetiyor.. birinden gitme isteği diğerine itiyor gibi geliyor bazen, bazen de birinden gitmeme isteği diğerine gidişi engelliyor gibi... karmakarışık duygular...
 ikisi de olmayacak dua, tek ortak noktası bu iki aşkın. biri hayatımda her anlamda var olan, diğeri her anlamda hayatımdan çıkmış olan.. en büyük farkları da bu.
 ikisi de canımı yakıyor. ikisini de özlüyorum, aslında eskide eski günleri özlüyorum, yenide yenisiz geçen günlere üzülüyorum. bilmiyorum ki ben ne istiyorum?
ruhum bölünmüş gibi ikiye,  birinin sesini bile duymak istemiyorum diğerinin sesi yetmiyor özlemi dindirmeye. ama ayaklarımın biri ileri gitse diğeri geriye bir adım atıyor, ellerimden biri ileri uzanmışken diğeri geride birilerini, bir şeyleri yakalamak ister gibi. gözlerim baksa da tam karşıya beynimin  içi geriye dönük, saplanmış geçmiş batağına... ''ikisi de olmayacak dua'' budur sadece adım gibi emin olduğum...

23 Ocak 2011 Pazar

1 kadın 1 erkek ve ayrılığın gölgesi

-alo
+ ııı merhaba yusuf, piraye ben.
- biliyorum piraye, tabi ki tanıdım, silmedim numalarını merak etme, nasılsın?
+ akıllı düşün düşün çıkamazken işin içinden deli vurup geçermiş, düşündükçe çıkamadım işin içinden, vurup geçiyim bari dedim. şey, duruşmam vardı da.
- neredesin?
...
+ geliyorum hemen. 

''gelsen ya hemen, gitmemecesine'' demek istedi 1 kadın. etrafına toplandı tüm hezeyanlar; ne diyecek acaba?, ne demeliyim, sarılsam kızar mı ki? sarılır mı ki bana? öffff ne denir ki şimdi? silmemiş işte numaramı bunca zaman, bunca kazarken bana, bunca kızdığımdan adı gibi eminken, bunca zaman hiç görüşmemişken, ''geliyorum hemen'' dedi. '' hemen'' , '' geliyorum'', gün ortasında bunca işin arasında ''geliyorum'' ve ''hemen'' ...


o an, o şehir; 1 kadın ve 1 erkekti baştan sona.


***


''naber piraye'' dedi 1 adam,
- iyiyim yusuf senden naber? 

oturdular. yıkıldı kafasını çevirdiği her yer 1 kadının, pasaport'la karşıyaka'yı bağlayan vapur gömüldü suya, arabalar çarpa çarpa ilerliyordu trafikte, ya insanlar, kim kafasını kaldırsa üst kattaki kafeye, kimin gözü ilişse 1 kadına, acıklı bakıyordu adeta, 1 kadınla birlikte ağlıyordu herkes. ışıkların hepsi kırmızıydı, dursun hayat diye. ortada kırık dökük bir masa, kıpırdasa üstünden düşülecek sandalyenin, titreyen bir çift el, kahve buz gibi... böyle garip bir gün ortasıydı.

''naber piraye'' dedi 1 adam
''iyiyim yusuf senden naber?'' diye cevapladı 1 kadın.



***



bakamıyordu 1 kadın ve 1 erkek birbirine, baksa sanki her şeyi açık edecekti gözleri. ele verecekti gizlenen her şeyi. etrafı izledi saatlerce 1 kadın ve 1 erkek. 
pişmanlık nedir? bir şeyi yapmış olmak mı yaşatır pişmanlığı, yapmamış olmak mı?
bir kedi gibiydi 1 kadınla 1 erkeğin arasında dolanan çaresizlik, söylenemeyen her şeyi bir yumağa dönüştürüyordu. dolandıkça dolandı tüm sözcükler, bundandı dönüp dönüp birbirlerine ''eeee anlat bakalım neler yaptın bunca zaman?'' diye soruşları. çok da uzağa gidememişlerdi birbirlerinden -hayatın olağan hızına rağmen-, bundandı dönüp dönüp ''ne olsun işte, bildiğin gibi'' diyişleri birbirlerine.

1 kadın ve 1 erkek yıllar sonra buluştu, hiç ummadık bir anda, hiç ummadık bir yerde.

***


havaalanındalardı 1 kadın ve 1 erkek. kadın geçti son arama noktasından. geriye dönüp bakamıyorken kadın, erkek ne düşünüyordu acaba? hiç ''piraye!'' diye seslenmek istemiş miydi? kadın yürüyordu, ayakları ne kadar ağır ilerliyordu, bitmek bilmedi o koridor. bir cesaret ''dön'' dedi kendi kendine, ''bir daha dönüp bakamazsın arkaya, bir daha ardında durmayacak o adam'' dedi ve dönüp baktı ardına son kez. erkek ''gitme'' diyordu içinden belli, çökmüştü omuzları, kıpkırmızı gözlerle kırık dökük el salladı erkek ve gülümsedi kadın.

1 erkek ''gitme'' demedi 1 kadın gitti.




***

1 kadın ve 1 erkek;
biri uçurumda düşerken tutunulmayan dal, diğeri uçurumdan düşen.





9 Ocak 2011 Pazar

sen vs yokluğun

sen olmasan diyordum bazen kendi kendime, biniyorum bir vapura basıp gidiyorum avrupa yakasına , daralıyor içim, gidip gidip geliyorum asya ile avrupa arasında. Bazen sen olmasan diyordum, solar umutlarım, tükenirim heralde. Bazen sen olmasan diyordum, dökülür bütün yapraklarım, kırılır dallarım, şu an buz gibi bir ayazdır sallayan yorgun gövdemi sensizlikte..   Sanırım ben kendimi bile sevmiyorum senin kadar. sen? sen gideli çok oldu değil mi? sahi ya, ne çok oldu sen gideli, sensizliktendir sarılmam yokluğuna. sen olmasan da olur, yeter ki yokluğun kalsın yanıbaşımda, sen gelsen de vazgeçemem ben artık yokluğundan, satmam yokluğunu sana.

görüyorsun işte ben öyle çok uzağa gidebilen biri değilim ve bendeki yürek anca karşı kıyıya geçmeye cesaret edecek kadar işte..

8 Ocak 2011 Cumartesi

cem adrian

ocak/2011 'i  cem adrian ayı ilan etmiştim blogumda ve geç haberim oldu ki 10 ocak 2011'de kadıköy halk eğitim merkezinde lansman konseri varmış. kayıp çocuk masalları ile.. buyrunuz efenim..

http://www.cemadrian.net/etkinlikoku.asp?id=169

7 Ocak 2011 Cuma

özlem

kalbimi çıkarıp yerinden asıyorum bir çiviye, üzerine eğreti yapıştırılmış bir gülücükle. sarsılıyor en ufak adımında koca duvarlar, sallanıyor kalbim bir sağa bir sola, düştü düşecek. öylesine bir şey özlemek senin her ayak izinde sallanıyor kalbim titriyor yaprak gibi. bu gece çeksin ellerini üzerimden yalvarırım, bak yalvarıyorum. ne olur bu gece topla pılını pırtını ve git kalbimden. bu gece dayanamıyorum sensizliğe, özlüyorum deli gibi.

6 Ocak 2011 Perşembe

yeni bir mim

1- Kaç yaşındasınız ? susma hakkımı kullanıyorum ama şöyle diyebilirim ki, yaşımın ilk rakamı hala 2. :)
2- İsminizin son harfi ne ? "n"..
3- En sevdiğiniz renk ? siyah..
4- Kilonuz kaç ? öhmm ama yani bunlar nasıl sorular arkadaşlar. söyle diyim 55, ne var ben aynaya bakınca öyle görüyorum suç mu? allam ya.
5- Boyunuz kaç ? topuklu mu topuksuz mu?
6- Ailenizin kaçıncı çocuğusunuz ? number one. anasını satayım
7- En sevdiğiniz şarkı ? redd, her neyse (ilk bu geldi aklıma)
8- Sizce sarışın mı, esmer mi? elbette esmer.
9-Sigara kullanıyor musunuz ? sigara bile terk etti beni, vay be.
10-Alkol? çok ayıp, alkol, sigara bunlar ters bize :)
11- Çayı fincanda mı içersiniz, çay bardağında mı ? ince belli yavrum.


bitti kısa bir mim, teşekkürler uyumuycam'a.
ee ben de bloguma yeni katılanlara selam edeyim bu sayede,Grenouille ve suzy bilmem ilginizi çeker mi? ve bittabi benim hala umudum var..

ve son olarak hazır yeri gelmişken dinleteyim size, dokunup durdurabilsem attığın yeri.. sevgilerle..

3 Ocak 2011 Pazartesi

geleceği görmek

insan görebilse geleceğini, hiç koşar adım gider mi boşluğa, sallanır mı uçurumun kenarında? her şey elimizde diyor ya kimileri... varsayalım ki öyle şu an, şu an kader denen meret elimde benim, bir fırçadan ibaret, çiziyorum geleceğimi, yırtıp atıyorum simsiyah tuvali, koyuyorum yepyeni, bembeyaz bir keten, iyice gerdiriyorum, muazzam bir çalışma çıkmalı ortaya. sıçratıyorum bulut yerine bembeyaz boyayı, masmavi bir gök rengi denize yansıyor, yemyeşil doğayla çevrili bir ev, kapısında sallanan bir koltukta bekliyorum masallardaki aşkı. ilk kez kullandığım tüm renkler pastel değil...

bir isim veriyorum yaptığım resme, umut var benim bu kez tuvalimde. kaderi kendi ellerimle çiziyorum, sonra giriyorum kendi ellerimle çizdiğim resme ve oturuyorum sallanan koltuğuma. kapadım gözlerimi ''sen'' öperek uyandır beni diye..

2 Ocak 2011 Pazar

2010 vs 2011

2010 ;
 geçen koskoca bir yıl neler alıp da götürdü bizden, hangileri asla unutulmayacak, hangilerinin yeri asla dolmayacak allah bilir, beş senelik bir aşkın sona erişi, onca yaşananların yıldız gibi kayıp gitmesi, sabun gibi ellerini yıkayıp çıkmak başka bir kalpten, başka bir hayattan, buna aslında hala alışmamış olmak, hala kabullenmekte zorlanmak... budur 2010 'un  gerçeği. 2010'un en büyük götürüsü budur işte. 2010 baştan sona, her gece hiç -abartısız hemen hemen her gece- yatağın içinde sessizce dökülen gözyaşlarıydı.

tüm bunlara rağmen güzel bir şey sundu 2010, ''ekşi sözlük''. anlatabilmenin, içini dökmenin rahatlığı ve en önemlisi hayatıma dahil olmalarından  sonsuz mutluluk duyduğum bir kaç insan.

***

2011, yeni bir yıl, yeni umutlar... tüm kötülükler kaldı geride, tüm dertlere döndük sırtımızı, kapadık kapıları acılarımıza, ''üzgünüm sen dışardasın  artık, yeni bir yıl ve bu yıl benim yılım, size yer yok bu sayfada ve yeni bende'' dedik dün gece. her yeni yıl böyle sonsuz umutla başlıyor, geçen yılın tekrarı olduğunu gördükçe kırılsa da dallarımız yeşeriyoruz mecburen,her yıl yapıyoruz aynı şeyi esasen,  sonuçta hayat  bir döngü ve biz döne döne hep aynı şeyleri yaşayıp duruyoruz şöyle ki; http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=18433632

şimdi ben yine, hüzünlü, kapkara konuşuyorum ya size, bakmayın bana siz, gelin kulak verin  asıl şimdiden sonrasına; kaldırıp atalım beynimizin kıvrımlarını kurcalayan bu düşünceleri, bu yılın hepimize kaybettiklerimizi geri getireceğini hayal edelim, her sabah uyandığımızda açalım kapımızı ve yeni yılın bize getirdiği umutları toplayalım, umutsuzluk intihardır, bu yıl da intihar etmeyelim.
ve yaşam bedenimizi, ruhumuzu sallasa da bir beşik gibi, hiç düşürmeyelim o beşikten, içimizdeki çocuğu.